www.dursunpalut.com
 
  Ana Sayfa
  hakkımda
  fotoğraflar
  yazılarım
  foto-bilgi
  => pentax K100D
  => pikselin önemi
  İletişim
  foto-hikaye
pikselin önemi

Pikselin Önemi

Piksel değeri yüksek makineler, az olanlara göre daha iyi fotoğraf çeker diye düşünülür.

Teorik olarak bu değerler ne kadar yüksek olursa çektiğimiz fotoğrafa o kadar çok detay kaydedilebilecektir. Ne var ki yüksek çözünürlüklü bir görüntü ancak büyük boyutlardaki baskılarda avantaj sağlar. Kartpostal ebadındaki bir baskıda, fotoğrafın 20 milyon pikselle ya da iki milyon pikselle çekilmesi fark etmez.

Dijital fotoğraf kavramı çok da uzun sayılamayacak bir süre önce hayatımıza girmesine rağmen, kendine önemli bir yer edindi. Kimyasal fotoğrafın 167 yıllık tarihi ile kıyaslandığında, 1969'daki ilk çalışmaları ya da 1985'teki ilk ticari dijital fotoğraf makinesini düşünürsek, gerçekten de kısa bir geçmişi var dijital fotoğrafın. Doğru düzgün görüntü üretebilen ilk dijital fotoğraf makinelerinin raflarda yer almaya başladığı 1999 yılını baz alanlar için, geçen yedi yıl içinde elde edilen gelişme baş döndürücü sayılır. Görünen o ki; çok kısa bir süre içinde, özellikle amatör kullanımda, kimyasal fotoğrafın yerini bütünüyle alacak. Dijital fotoğrafın bu hızlı yükselişinde yine 'hız' faktörü en önemli etken. Çekilen fotoğrafın hemen baskıya hazır hale gelmesi, internet ya da cep telefonu aracılığıyla anında dünyanın bir ucuna gönderilebilmesi, diğer özelliklerinin tümünden daha önemli bir gelişmeydi; ki bu hâlâ da böyle. Diğer avantajları arasında; film ve banyo gerektirmemesi (hem zaman, hem de paradan tasarruf, ayrıca çevre kirliliğini önleme), film tarama işleminin ortadan kalkması (hem zaman, hem de paradan tasarruf), kayıpsız çoğaltma, az kayıpla büyütme, görüntü işleme olanakları sayılabilir. Tabii listeyi daha da uzatmak mümkün...

Resim

Aslında bir fotoğrafçı için belki de en önemli avantaj görüntü kalitesi. Dijital fotoğraf, iki yılı aşkın bir süredir kimyasal fotoğraftan daha iyi sonuçlar veriyor. Günümüzde 'giriş düzeyinde' olarak adlandırılabilecek dijital refleks fotoğraf makineleri (bin doların altında satılan DSLR modellerden bahsediyorum) bile kimyasal fotoğrafa denk görüntüler elde ediyor. Sekiz milyon pikselin (ya da bir başka deyişle 8 megapikselin) daha üstündeki modeller ise kimyasal filmle çekilmiş fotoğraftan belirgin bir şekilde daha iyisini sunuyor. Hatta 16.6 milyon piksellik bir model, 4.5x6 santimetre formatındaki orta format filme eşdeğer kalitede görüntü üretiyor. Orta format fotoğraf makinelerinin arkasına takılabilen dijital arkalıklar ise 33-39 milyon piksellik çözünürlükleriyle orta format (hatta büyük format) filmden çok daha iyi görüntüler oluşturabiliyor. Burada sözünü ettiğim 'kalite' yalnızca keskinlik değil, ton zenginliği ve poz toleransı gibi konuları da içine alan 'toplam kalite' kavramı. Bu tür kavramları tek tek incelediğimiz zaman, ortalama bir DSLR'nin 100 ISO'luk diapozitif filmden her bakımdan daha iyi sonuç verdiği görülmektedir. Bu sonucu keskinlik açısından ele alalım; ki bu kolay tanımlanabilecek bir kavram değil. Gözümüzle gördüğümüz ve gayet iyi bildiğimiz bir şey olmasına karşın, bir objektifin ya da bir filmin (ve elbette bir algılayıcının) 'milimetrede kaç çizgi çifti ayırdığını' kavramamız o kadar kolay olmaz. Bu nedenle, keskinlik kavramının çözünürlük, akütans ve kontrast gibi kavramlara bağlı olarak değişkenlik göstereceğini bilmemiz daha önemli. Çözünürlük dediğimiz kavram, iki şekilde karşımıza çıkar: İlki birim uzunluktaki piksel sayısıdır. İkincisi olan toplam çözünürlükte ise, görüntüyü oluşturan bütün piksellerin sayısı çözünürlüğü ifade eder. Teorik olarak bu değerler ne kadar yüksek olursa çektiğimiz fotoğrafta o kadar çok detay kaydedilebilecektir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir ayrıntı var: Yüksek çözünürlüklü bir görüntü, ancak büyük boyutlarda basıldığı zaman bir avantaj sağlar. Yani kartpostal boyutunda basılacak olan bir görüntünün kaç milyon piksel olduğu önemli değildir. Bu büyüklükte basılacak bir fotoğrafı iki milyon ya da 20 milyon piksellik bir fotoğraf makinesi ile çekmiş olmanın hiçbir farkı yoktur. İkisi de aynı sonucu verecektir. Örneğin 30x40 ya da 70x100 santimetre gibi çok daha büyük boyutlarda basılacak fotoğraflarda, çözünürlük değerleri önemli rol oynamaya başlar. Bu durumda, toplam çözünürlük değeri büyük olan fotoğraf makinesi daha keskin, daha ayrıntılı görüntüler sağlayacaktır. Teorik olarak 100 ASA değerinde 35 milimetrelik diapozitif bir film, yaklaşık 22 milyon piksellik çözünürlüğe eşdeğer çözme gücüne sahiptir. Fakat bu değer, potansiyel bir değerdir ve pratikte hiçbir zaman 22 milyon piksele ulaşılamaz. Bu filmin önünde piyasadaki en keskin optik kullanılsa bile, sonuçtaki çözünürlük değeri yarı yarıya azalacaktır. Sıradan bir optikle, bu değer daha da aşağı çekilecektir. Ayrıca filmin banyosu ve baskısı (agrandizör optiği de devreye giriyor) işlemleri sırasında çözünürlük değerleri beş ile sekiz milyon piksele kadar düşer. Eğer film dijital olarak basılacaksa, taranması sırasında (tarama işlemine ve kullanılan tarayıcının özelliklerine bağlı olarak) gerçekleşecek kayıplar çok daha az olacaktır ve sonuçtaki görüntü 10 ile 12 milyon piksele eşdeğer çıkacaktır. Oysa dijital fotoğraf makinelerinde bu tür kayıplar yoktur. Elbette iyi optik ile kötü optik arasında birtakım farklar oluşur, ne var ki altı milyon piksellik bir algılayıcı, önünde ne kadar kötü bir optik olursa olsun, yine altı milyon piksel çözünürlükte bir görüntü oluşturur. Kaydedilen bu fotoğraf, baskıya kadar herhangi bir kayıp olmadan da taşınabilir. Görüntü keskinliği konusunda, algılayıcının çözünürlüğü kadar, kullanılan objektifin keskinliği de önemlidir. Her objektifle aynı kalitede görüntü oluşturulamaz. Objeltifle algılayıcının uyumu çok önemlidir. Hangi objektifin daha iyi sonuç vereceğini fotoğraf dergilerinde ve fotoğrafla ilgili internet sitelerinde yer alan testlerden öğrenebilirsiniz. Objektiflerin özellikle 'akütans' adı verilen 'kenar keskinliği' konusunda da önemli bir bileşen olduğunu bilmek gerekir. Fotoğrafı çekilecek konunun ve ışığın kontrastı da fotoğrafın keskin görünmesinde etkilidir.


Resim
Anlaşılacağı üzere çözünürlük değeri, dijital görüntülemedeki değişkenlerden yalnızca biri. Çözünürlüğe ek olarak objektif, algılayıcı büyüklüğü, renk doğruluğu, kirlilik düzeyi, renk saçılmaları gibi etkenler toplam kaliteyi belirler. Bu etkenlerden birisi bile değiştirilirse, sonuç görüntü farklılaşacaktır. Bu nedenle, özellikle çok küçük boyutlu algılayıcıların (1/2.5') kullanıldığı küçük kompakt dijitallerle, APS boyutunda algılayıcıların kullanıldığı DSLR'lerin görüntü kaliteleri arasında, aynı çözünürlük değerlerinde bile önemli farklar bulunmaktadır. Piksel sayısı dışında fotoğrafın kalitesini belirleyen faktörler de vardır. Algılayıcının yüzey büyüklüğü de fotoğraf kalitesi açısından çok önemlidir. Fotoğraf makinesi satın alırken en çok dikkat edilmesi gereken konulardan biri, görüntü algılayıcısının boyutlarını öğrenmektir. Örnek olarak farklı yüzey büyüklüğüne sahip, altı milyon piksel çözünürlüğünde iki algılayıcıyı kıyaslayalım. Algılayıcılar köşegenlerinin uzunluklarıyla adlandırılırlar ve 1/1.7 inç uzunluğa sahip olan algılayıcı, 1/2.5 inç uzunluğundaki algılayıcıdan alan olarak 2.25 kat daha büyüktür. Alanın küçük olmasının getirdiği bazı dezavantajlar vardır. Küçük bir yüzeye çok sayıda algılayıcı hücre sıkıştırıldığı zaman 'girişim' adı verilen sorun ortaya çıkar. Hücre, yalnızca üzerine düşen ışığı değil, komşu hücreden yansıyan ya da sapan ışığı da belli ölçüde algılar ve sonuçta keskinlik kaybı yaşanır. Ayrıca, küçük bir yüzeye çok sayıda algılayıcı hücre sıkıştırıldığı zaman, hücrelerin yüzeyleri de küçülür ve bu yüzden hücrelerin ışık algılama kapasiteleri azalır. Dahası, birbirine çok yakın konumlanan algılayıcı hücreleri daha çabuk ısınırlar ve bu nedenle, olarak bilinen görüntü kirliliği artar. Sonuç olarak, 'büyük olan sensör iyidir'denebilir, ama bir yere kadar. Algılayıcıların boyu 'full frame' yani 35 milimetrelik filmle aynı büyüklükte olmadıkça dijital fotoğraf makinesi alınmaz, diyen görüşe de aynı gerekçeyle saygı duyulması gerekir. Pratikte 'full frame'in de başka sorunları var ve bu nedenle mükemmel görüntü veremiyorlar. Sorun, algılayıcı yüzeyinin büyük olması nedeniyle, mevcut objektiflerin oluşturduğu görüntünün kenar ve köşelerde bazı kayıplara neden olmasıdır. Eğer geniş açı objektifler kullanılmayacaksa ve sürekli kısık diyaframlarla çalışılacaksa, problem yaşanmaz. Bu tür makineler, normal ve teleobjektiflerde ve kısık diyafram değerleri kullanıldığında çok başarılı görüntüler oluşturuyorlar. Ne var ki geniş açı objektif kullanımında ve açık diyafram değerlerinde 'vignetting' olarak bilinen köşe kararması, kenar ve köşelerde keskinlik azalması ile yine daha çok kenar ve köşelerde gözlemlenen 'chromatic aberrations' yani renk dağılmaları gibi sorunlar hâlâ çözümlenebilmiş değil. Yeni objektif tasarımları yapılmadığı ya da algılayıcı içbükey olarak üretilmediği sürece sorunun çözümlenemeyeceği kesin. Bu durumun farkında olan çok sayıda üreticinin hâlâ küçük boyutlu algılayıcılarda ısrar etmesinin nedeni bir teknoloji sorunu değil; söz konusu sorunları fotoğrafçılara yaşatmama düşüncesi n Yazının daha ayrıntılı versiyonu için: http://www.kesfetmekicinbak.com/fotoatlasDijital fotoğraf kavramı çok da uzun sayılamayacak bir süre önce hayatımıza girmesine rağmen, kendine önemli bir yer edindi. Kimyasal fotoğrafın 167 yıllık tarihi ile kıyaslandığında, 1969'daki ilk çalışmaları ya da 1985'teki ilk ticari dijital fotoğraf makinesini düşünürsek, gerçekten de kısa bir geçmişi var dijital fotoğrafın. Doğru düzgün görüntü üretebilen ilk dijital fotoğraf makinelerinin raflarda yer almaya başladığı 1999 yılını baz alanlar için, geçen yedi yıl içinde elde edilen gelişme baş döndürücü sayılır. Görünen o ki; çok kısa bir süre içinde, özellikle amatör kullanımda, kimyasal fotoğrafın yerini bütünüyle alacak. Dijital fotoğrafın bu hızlı yükselişinde yine 'hız' faktörü en önemli etken. Çekilen fotoğrafın hemen baskıya hazır hale gelmesi, internet ya da cep telefonu aracılığıyla anında dünyanın bir ucuna gönderilebilmesi, diğer özelliklerinin tümünden daha önemli bir gelişmeydi; ki bu hâlâ da böyle. Diğer avantajları arasında; film ve banyo gerektirmemesi (hem zaman, hem de paradan tasarruf, ayrıca çevre kirliliğini önleme), film tarama işleminin ortadan kalkması (hem zaman, hem de paradan tasarruf), kayıpsız çoğaltma, az kayıpla büyütme, görüntü işleme olanakları sayılabilir. Tabii listeyi daha da uzatmak mümkün... Aslında bir fotoğrafçı için belki de en önemli avantaj görüntü kalitesi. Dijital fotoğraf, iki yılı aşkın bir süredir kimyasal fotoğraftan daha iyi sonuçlar veriyor. Günümüzde 'giriş düzeyinde' olarak adlandırılabilecek dijital refleks fotoğraf makineleri (bin doların altında satılan DSLR modellerden bahsediyorum) bile kimyasal fotoğrafa denk görüntüler elde ediyor. Sekiz milyon pikselin (ya da bir başka deyişle 8 megapikselin) daha üstündeki modeller ise kimyasal filmle çekilmiş fotoğraftan belirgin bir şekilde daha iyisini sunuyor. Hatta 16.6 milyon piksellik bir model, 4.5x6 santimetre formatındaki orta format filme eşdeğer kalitede görüntü üretiyor. Orta format fotoğraf makinelerinin arkasına takılabilen dijital arkalıklar ise 33-39 milyon piksellik çözünürlükleriyle orta format (hatta büyük format) filmden çok daha iyi görüntüler oluşturabiliyor. Burada sözünü ettiğim 'kalite' yalnızca keskinlik değil, ton zenginliği ve poz toleransı gibi konuları da içine alan 'toplam kalite' kavramı. Bu tür kavramları tek tek incelediğimiz zaman, ortalama bir DSLR'nin 100 ISO'luk diapozitif filmden her bakımdan daha iyi sonuç verdiği görülmektedir. Bu sonucu keskinlik açısından ele alalım; ki bu kolay tanımlanabilecek bir kavram değil. Gözümüzle gördüğümüz ve gayet iyi bildiğimiz bir şey olmasına karşın, bir objektifin ya da bir filmin (ve elbette bir algılayıcının) 'milimetrede kaç çizgi çifti ayırdığını' kavramamız o kadar kolay olmaz. Bu nedenle, keskinlik kavramının çözünürlük, akütans ve kontrast gibi kavramlara bağlı olarak değişkenlik göstereceğini bilmemiz daha önemli. Çözünürlük dediğimiz kavram, iki şekilde karşımıza çıkar: İlki birim uzunluktaki piksel sayısıdır. İkincisi olan toplam çözünürlükte ise, görüntüyü oluşturan bütün piksellerin sayısı çözünürlüğü ifade eder. Teorik olarak bu değerler ne kadar yüksek olursa çektiğimiz fotoğrafta o kadar çok detay kaydedilebilecektir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir ayrıntı var: Yüksek çözünürlüklü bir görüntü, ancak büyük boyutlarda basıldığı zaman bir avantaj sağlar. Yani kartpostal boyutunda basılacak olan bir görüntünün kaç milyon piksel olduğu önemli değildir. Bu büyüklükte basılacak bir fotoğrafı iki milyon ya da 20 milyon piksellik bir fotoğraf makinesi ile çekmiş olmanın hiçbir farkı yoktur. İkisi de aynı sonucu verecektir. Örneğin 30x40 ya da 70x100 santimetre gibi çok daha büyük boyutlarda basılacak fotoğraflarda, çözünürlük değerleri önemli rol oynamaya başlar. Bu durumda, toplam çözünürlük değeri büyük olan fotoğraf makinesi daha keskin, daha ayrıntılı görüntüler sağlayacaktır. Teorik olarak 100 ASA değerinde 35 milimetrelik diapozitif bir film, yaklaşık 22 milyon piksellik çözünürlüğe eşdeğer çözme gücüne sahiptir. Fakat bu değer, potansiyel bir değerdir ve pratikte hiçbir zaman 22 milyon piksele ulaşılamaz. Bu filmin önünde piyasadaki en keskin optik kullanılsa bile, sonuçtaki çözünürlük değeri yarı yarıya azalacaktır. Sıradan bir optikle, bu değer daha da aşağı çekilecektir. Ayrıca filmin banyosu ve baskısı (agrandizör optiği de devreye giriyor) işlemleri sırasında çözünürlük değerleri beş ile sekiz milyon piksele kadar düşer. Eğer film dijital olarak basılacaksa, taranması sırasında (tarama işlemine ve kullanılan tarayıcının özelliklerine bağlı olarak) gerçekleşecek kayıplar çok daha az olacaktır ve sonuçtaki görüntü 10 ile 12 milyon piksele eşdeğer çıkacaktır. Oysa dijital fotoğraf makinelerinde bu tür kayıplar yoktur. Elbette iyi optik ile kötü optik arasında birtakım farklar oluşur, ne var ki altı milyon piksellik bir algılayıcı, önünde ne kadar kötü bir optik olursa olsun, yine altı milyon piksel çözünürlükte bir görüntü oluşturur. Kaydedilen bu fotoğraf, baskıya kadar herhangi bir kayıp olmadan da taşınabilir. Görüntü keskinliği konusunda, algılayıcının çözünürlüğü kadar, kullanılan objektifin keskinliği de önemlidir. Her objektifle aynı kalitede görüntü oluşturulamaz. Objeltifle algılayıcının uyumu çok önemlidir. Hangi objektifin daha iyi sonuç vereceğini fotoğraf dergilerinde ve fotoğrafla ilgili internet sitelerinde yer alan testlerden öğrenebilirsiniz. Objektiflerin özellikle 'akütans' adı verilen 'kenar keskinliği' konusunda da önemli bir bileşen olduğunu bilmek gerekir. Fotoğrafı çekilecek konunun ve ışığın kontrastı da fotoğrafın keskin görünmesinde etkilidir. Anlaşılacağı üzere çözünürlük değeri, dijital görüntülemedeki değişkenlerden yalnızca biri. Çözünürlüğe ek olarak objektif, algılayıcı büyüklüğü, renk doğruluğu, kirlilik düzeyi, renk saçılmaları gibi etkenler toplam kaliteyi belirler. Bu etkenlerden birisi bile değiştirilirse, sonuç görüntü farklılaşacaktır. Bu nedenle, özellikle çok küçük boyutlu algılayıcıların (1/2.5) kullanıldığı küçük kompakt dijitallerle, APS boyutunda algılayıcıların kullanıldığı DSLR'lerin görüntü kaliteleri arasında, aynı çözünürlük değerlerinde bile önemli farklar bulunmaktadır. Piksel sayısı dışında fotoğrafın kalitesini belirleyen faktörler de vardır. Algılayıcının yüzey büyüklüğü de fotoğraf kalitesi açısından çok önemlidir. Fotoğraf makinesi satın alırken en çok dikkat edilmesi gereken konulardan biri, görüntü algılayıcısının boyutlarını öğrenmektir. Örnek olarak farklı yüzey büyüklüğüne sahip, altı milyon piksel çözünürlüğünde iki algılayıcıyı kıyaslayalım. Algılayıcılar köşegenlerinin uzunluklarıyla adlandırılırlar ve 1/1.7 inç uzunluğa sahip olan algılayıcı, 1/2.5 inç uzunluğundaki algılayıcıdan alan olarak 2.25 kat daha büyüktür. Alanın küçük olmasının getirdiği bazı dezavantajlar vardır. Küçük bir yüzeye çok sayıda algılayıcı hücre sıkıştırıldığı zaman 'girişim' adı verilen sorun ortaya çıkar. Hücre, yalnızca üzerine düşen ışığı değil, komşu hücreden yansıyan ya da sapan ışığı da belli ölçüde algılar ve sonuçta keskinlik kaybı yaşanır. Ayrıca, küçük bir yüzeye çok sayıda algılayıcı hücre sıkıştırıldığı zaman, hücrelerin yüzeyleri de küçülür ve bu yüzden hücrelerin ışık algılama kapasiteleri azalır. Dahası, birbirine çok yakın konumlanan algılayıcı hücreleri daha çabuk ısınırlar ve bu nedenle, 'noise' olarak bilinen görüntü kirliliği artar. Sonuç olarak, 'büyük olan sensör iyidir' denebilir, ama bir yere kadar. Algılayıcıların boyu 'full frame' yani 35 milimetrelik filmle aynı büyüklükte olmadıkça dijital fotoğraf makinesi alınmaz, diyen görüşe de aynı gerekçeyle saygı duyulması gerekir. Pratikte 'full frame'in de başka sorunları var ve bu nedenle mükemmel görüntü veremiyorlar. Sorun, algılayıcı yüzeyinin büyük olması nedeniyle, mevcut objektiflerin oluşturduğu görüntünün kenar ve köşelerde bazı kayıplara neden olmasıdır. Eğer geniş açı objektifler kullanılmayacaksa ve sürekli kısık diyaframlarla çalışılacaksa, problem yaşanmaz. Bu tür makineler, normal ve teleobjektiflerde ve kısık diyafram değerleri kullanıldığında çok başarılı görüntüler oluşturuyorlar. Ne var ki geniş açı objektif kullanımında ve açık diyafram değerlerinde 'vignetting' olarak bilinen köşe kararması, kenar ve köşelerde keskinlik azalması ile yine daha çok kenar ve köşelerde gözlemlenen 'chromatic aberrations' yani renk dağılmaları gibi sorunlar hâlâ çözümlenebilmiş değil. Yeni objektif tasarımları yapılmadığı ya da algılayıcı içbükey olarak üretilmediği sürece sorunun çözümlenemeyeceği kesin. Bu durumun farkında olan çok sayıda üreticinin hâlâ küçük boyutlu algılayıcılarda ısrar etmesinin nedeni bir teknoloji sorunu değil; söz konusu sorunları fotoğrafçılara yaşatmama düşüncesi.

Alıntı: Atlas

hayat  
  Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu,
sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni,
sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme,
Tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki,
cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
kendimi bir sahnede buldum
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum,
okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.

NIETSZCHE
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol