www.dursunpalut.com
 
  Ana Sayfa
  hakkımda
  fotoğraflar
  yazılarım
  => osmaneli
  => güzeldere şelalesi
  => LBA (lens alma hastalığı)
  => kıyıköy
  foto-bilgi
  İletişim
  foto-hikaye
osmaneli
08:34 Pendik kalkışlı Doğu ekspresi ile başladı Osmaneli yolculuğum. (Bilecik’in ilçesi) .Neden Osmaneli derseniz bu konu belirsizliğini hâlâ koruyor. Yıllık izine çıkmak üzereydim, bir akşam iş dönüşü serviste bir arkadaşın elinde Osmaneli’ni tanıtan bir kitapçık gördüm ve sayfalarını göz ucuyla hızla çevirerek bir göz attım. Aklımda sayfaların içindeki eski evler kalmıştı. İzine çıkınca internetten biraz baktım Osmanlılardan kalma evler ilgi çekiciydi ve trenle yaklaşık üç saat kadarlık bir mesafedeydi. Gidip gitmemek arasında fikir çatışması yaşarken anlık bir kararla gitmeye karar verim. Birden bire kendimi ritmik melodisi hiç değişmeyen trende seyahat ederken buldum. Ani karar olduğu için numaralı bilet bulamamıştım, numarasız olunca da birkaç kez koltuk değiştirmek zorunda kaldım. En sonunda restoran kısmına geçerek yolculuğumun kalan kısmını orada tamamladım. Tren yolculuğunu konforlu bulduğumu söyleyebilirim. Koltuklar oldukça rahattı, vagonlar arası ana kapıların dokunmatik, ara kapıların sensörlü olması beni çok şaşırttı açıkçası.
Yol boyunca insanlarımızın toprağa verdiği emeği gördüm ve bir kez daha saygı duydum çiftçilerimize. Yalnız seyahat sırasında fotoğraf çekemedim. Ortam klimalı olduğu için pencereler açılmayacak şekilde yapılmıştı. Oysa ben binerken pencereden tren manzaralı fotoğraflar çekmeyi de hayal etmiştim.
11:15 de Osmaneli’ndeydim. Ne yaparsanız yapın bir yerde yabancı olduğunuzu saklayamıyorsunuz. Eski evlerin bulunduğu semti sormak için bir yerler ararken karşıma muhtarlık çıktı. Ondan daha iyi kimse bilemezdi diye düşündüm. Ancak O’da beni tarif ederek belediye’ye yönlendirdi. Ve dediğine göre bugün için yine bir grubun geleceğini söyledi. Belediyeye gidince kendimi tanıtıp geliş amacımı anlattım. Nerdeyse seferber oldular diyebilirim. Rehberlik edecek kişiyi bulamaya çalıştılar, diğer odalara baktılar, binayı araştırdılar, en sonunda telefon ederek ulaştılar kendisine. Gezi için benden önce gelen gruba rehberlik ettiğini öğrendiğim zaman çok büyük bir şansı kaçırdığım için üzüldüm. Bir başka memur arkadaş ilçe merkezine kadar bana eşlik ederek kısa bilgililer verdi. Ve bana gezebileceğim yerleri tek tek tarif etti. Kalakalmıştım tek başıma. Ara sokaklarda kendimi bulmak üzere kayboldum adeta.
Sıcak inanılmaz derece de bunaltıcıydı ve ışık çekim için hiç uygun değildi. İlçenin sırtının dayadığı dağdan ara sıra ilçeyi yoklayan rüzgâr bile sıcak esiyordu. Fırın kapağını açıp önüne vantilatör konulmuş gibi bir benzetme yapsam abartmış olmam sanırım. Ancak dönüş için zamanım kısıtlıydı, günü birlik gelmiş bileti de gidiş dönüş almıştım. Çaresiz gezdim ve mümkün olduğunca fotoğraflarını çektim ışığa rağmen. Aslında meteoroloji parçalı bulutlu olacağını yazıyordu, bende giderken sevinmiştim ama bu ancak benim dönüş saatime yakın zamanlarda oldu.
Aşırı sıcak, aşırı terleme aşırı su kaybı demekti. Sokak aralarında ki çeşmelerden su ihtiyacımı karşılıyor ama bu susuzluğuma çare olmuyordu. Suyu içtikçe içiyordum. Artık kahvelere girmeye başladım, bazen çay içiyor bazen soda içiyordum. Kahvelerin en güzel yanı sohbetli olmasıydı. Yabancılığınız hemen belli oluyor ya bir hoş geldiniz den sonra sohbet nerden geldiğime geçiyor ve benim sorularımla ilçenin tarihine kayıyordu. En son oturduğum kahvede uzun zaman geçirdim. Ve sahibinin ilçe tanıtımına rehberlik eden kişi olduğunu öğrendim. Sohbet ağırlıklı olarak sokak sokak evlerin tanıtımı üzerineydi. İlçe sakinlerinden Mehmet bey ilçe evleri hakkında bilgiler verirken, organik tarımcı giye isim taktıkları Günüören köyünden Kerim amca da köyünde ki evler hakkında bilgiler verdi ve beni bir başka zaman için köyüne davet etti.”-  Kısmet” dedim. “- belki bir gün arkadaşlarla beraber geliriz “.
O kahve son durağım oldu. Birazda ilçeye hayat veren Sakarya nehri kıyılarında oyalanmak ve belki birkaç kare fotoğraf çekebilirim diye nehir kıyısına indim.
Belediyenin nehir kıyısındaki çalışmaları takdire değer doğrusu. Aileler için güzel bir atmosfer oluşturulmuş ve çalışmalar devam etmesine rağmen tüm ayrıntılar düşünülmüştü. Nehrin hemen kıyısına yürüyüş alanı oluşturulmuş ve yer yer belli aralıklarla nehre doğru uzanan üzeri kapalı çardaklar konulmuş. Işıklandırma ise renkli lambalarla sağlanmış (tren dönüşünde çok güzeldiler). Kıyıdan biraz daha içeride piknik yapmak isteyen aileler düşünülmüş. Yine belli aralıklarla ahşap masalar ve her masanın yanına da barbekü yapılması ihmal edilmemiş. Tam ortaya ihtiyaçlar için bir çeşme ve bir çocuk oyun parkı göze çarpanlar arasındaydı. Sanırım yakın zamanda da bir tesis yapılması planlanıyor. Ben nehir kıyısında biraz oturup kendimi bulduktan sonra dönüş için tren garına doğru ilerlerken İnşaatı devam ediyordu.
İlçeyi genel yapı itibarıyla iki ye bölebiliriz. Tren garı ile şehirler arası yol arasındaki modern yapılaşmanın olduğu Osmaneli, yol ile dağ yamacına doğru uzanan tarihi Osmaneli.
Trenle dönüş yolculuğu tam bir fiyaskoydu tabiri caizse. Biraz erken gelmiştim tedbirli davranarak. Gar, gişe, bekleme salonu kapalı oturacak bir tek bank bile yoktu. Neyse ki sadece yarım saat kadar vardı diye kendimi teselli ederken başka bir iş için gar şefi geldi. Bekleme salonu hakkında şikâyetimi dile getirdikten sonra bir de demesin mi?
—doğu ekspresi yaklaşık iki saat kadar rötarlı.
Bu konunun detaylarını yorumsuz geçmek istiyorum. Evde olmam gereken saate Osmaneli’nden trene ancak binebildim. Demiryolları hakkında sabah ki tüm güzel düşüncelerim bir anda silinip kayboldu. Her ne kadar yüksek hızlı trenlerimiz olsa da demek ki ana hatlarda daha rötarlara çözüm bulamamışız. Gitmek isterseniz tren yolculuğunu tekrar gözden geçirin derim.

Birazda kitaptan Osmaneli hakkında bilgi vermek gerekirse özetle:
“ Osmaneli ilçesinde görülen Helen, Trak, Bitinya, Roma, Bizans, Osmanlı dönemi kalıntıları hemen her çağda burada yerleşime sahne olduğunu göstermektedir. Osmaneli’nin hemen kuzeyinde akan Göksu çayı, İlkçağlarda Mela ya da Gallos ile anılıyordu. Bu nedenle kentin ilk adı Anadolu’nun yerli halklarından Luwi dilinde Melawana , Mela halkının kenti olarak anılmıştır. Helenleşme çağında kentin adı Melagina’ya dönüşmüştür. Daha sonraki dönemlerde Lefke olarak tanınan kent, ismini eski Helence Leukai “ak kavaklık” deyişinden almıştır. Sözcük Lefke diye söyleniyordu. Osmanlılarda bu adı uzun yıllar kullanmıştır.
1308 yılında Osman Gazi tarafından fethedilerek Mekece ile birlikte Lefke de Osmanlı ülkesine katılmıştır…
Tarihi eserler:
Rüstem Paşa Camii: Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve vezirlerinden Rüstem Paşa tarafından yaptırılmaya başlanmış ve inşaat devam ederken vefatı üzerine, çatısı ve minaresi cariyesi tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mimar Sinan’ın kalfası yüzgeç Mehmet Paşa’dır. Kare plan üzerine, sıra moloz duvar tekniği ile yapılmıştır. Kırma çatılı bir ulu camidir. Kare kaide üzerine yükselen minaresi poligonal yapıda kesme taşlarla örtülüdür. Kuzeyindeki son cemaat yeri beş kemerli bir revak halindedir.bu bölüm ahşap tavanlıdır. Kekinzade Elhac Ali Ağa tarafından tamir edilmiştir. Ulu cami ve Cami-i kebir diye de adlandırılmıştır.
Hagios Georgios Ortodoks kilisesi: 1874 yangınından sonra kente Lefke’yi İmara gelen Macar mühendis tarafından 1876-1878 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Yapı genel görünümüyle Neo klasik mimari özellikler gösterir. Lefke taşı kullanılarak yapılmıştır. Bütün süslemelerin dış cephede oluşu ilginçtir.
Bayraklı Dede Türbesi: Osmaneli’nin fethi sırasında, askerin bayraktarlığını yapmış vefatından sonra dere mahallesindeki türbesi halk tarafından ziyaret haline getirilmiş tir. Bayraklı Dede hakkında halk arasında birçok söylence dolaşmaktadır. Mezarından çıkıp dolaştığı, mezarı başına her gece bırakılan dolu su tasının sabaha boş bulunduğu, civarında bir ağaç kesildiğinde yer sarsıntısı olduğu…vb







 yukarı git
hayat  
  Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu,
sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni,
sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme,
Tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki,
cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
kendimi bir sahnede buldum
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum,
okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.

NIETSZCHE
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol